31 Ekim 2011 Pazartesi


Düşündüm düşündüm, "kek mi acaba?" dedim, "bonibonlu kurabiye mi?" dedim sonra da işte bunlara karar verdim:)

29 Ekim Cumhuriyet bayramı
Yağmurumun uğur böcekleri

Yağmurun doğum gününde de yapmıştım çok sevilmişti, çocuklarında dikkatini ve ilgisini toplayacağını düşünerek geceden ekmeklerini kesip, domateslerini hazırladım, Cuma sabahı da erkenden uyanıp hepsini bir bir yerleştirdim, bu uğur böcüklerinin en zahmetli bölümü üzerlerine zeytin ezmesiyle beneklerini kondurmak, ama bu sefer annemin tavsiyesiyle enjektörle yaptım, çok rahat olmasa da kürdanla dokundurmaktan daha iyi geldi, Bu arada yukarıda ki resim yeni yaptıklarım değil, doğumgününden kalma olanlar, sabahın o telaşesiyle fotoğraf çekmem çok ta mümkün olmadı...Neyse akşam okuldan çok olumlu tepkiler aldım, herkes bayılmış, orjinal yaratıcıları olmayı çok isterdim:) çocuklar kapışmışlar , yağmur anlattı her şeyi bana, bir tane bu böceklerden yemiş, fırında makarna yemiş, kek yemiş, aslında o çikolatalı kek istemiş ama öğretmeni sade kek vermiş, arkadaşının biri fırında makarnayı çok hızlı yiyormuş, sormuş ona; sen evde de mi makarnayı böyle yiyiyorsun diye...

Ertesi güne çok iyi başlayamadık, yağmur halsiz ve gece boyunca öksürmüştü, zaten 2 gündür kesiksiz bir öksürüğü vardı, hal böyle olunca cumartesi sabahı dr. gittik, neyse ki ağır vaka değilmiş kızım ciğerleri temiz çıktı, şimdilik hafif bir ilaç kullanıyoruz gece öksürükleri kesildi en azından.
Böyle hastalık zamanlarında yağmuru genelde yanımızda yatırıyoruz, o da bu duruma alışmış bir iki günde ki son zamanlarda sürekli odası yerine "ben sizin yatağınızda yatimmm" diyor, dün o kadar ısrarcı konuşmasına rağmen odasına yatırdım yağmuru ama aradan 10 dk. geçmedi "susadım" diye geldi, tekrar yatırdım, tekrar bir 10 dk geçmedi "benim karnım ağrıyor" diye yanımıza geldi, neyse aldık aramıza biraz tv izledik, 11 de yine bizim yatağımızda uykuya daldı:) sonra yatırdık odasına, hoşuna gidiyor herhalde, ben de çok önemsemedim, tabi ki süreklilik haline getirmezse:)

Pazar günü, yani dün ise minik kızımıza şeker bakmaya gittik, ne yaparız? nasıl olsun? diye fikir edindik, sonra bu bebekleri beğendim...


Ama kalmamıştı:( neyse kısmetim büyükmüş diyip çıktık:) Yağmurun şekerlerini kendimiz hazırladığımız gibi minnik kızımın şekerlerini de biz hazırlayacağız, annem oda süslerini yapacak yine, Aslında yağmurun bütün süsleri duruyor, ama hevesleniyorum işte, yeni olsun, yeniden cicili bicili olsun, küçük kızımında özel anıları kalsın istiyorum, hissetsin istiyorum o da onu nasıl heyecanla beklediğimizi, zaten varlığı benim için bambaşka bir heyecan,Kızım karnımın içinde oynadıkça, ben kızımla karşılaşacağım anı düşünüyorum hep, "çirkinin teki mi olur acaba" diyorum, "suratı buruşuk mu doğar ki" diyorum, "saçları olur mu acaba yağmur bebeğim gibi", "nasıl emer annesinin memesini" diyorum, "nasıl açar ilk kez gözlerini bize" diyorum...diyorum da diyorum kafamın içinde binbir türlü düşünceyle yaşıyorum kalan son 2 ayımı...yağmur kendisine bir şey alınırken "kardeşime neden almadık" diye söylenip duruyor, sürekli konuşan dilim, susmayan yüreğimle ben yağmura tek tek anlatırken tekrar düşünüyorum bunları x2 yapacağım günleri:)

Dün akşamın bende kalan, gözlerimin önünden gitmeyen tek yanı küçük bir erkek çocuğunun yanından ayrılırken ki bakışları kaldı, en son böyle bir bakışı Çocuk Esirgeme Kurumunda yine 5 yaşlarında bir erkek çocuğunda görmüştüm, senelerce etkisinden kurtulamadım, aklıma geldikçe gözyaşlarımı akıttım belki içimden kopar da gider diye, ama gitmedi, o da kaldı yerine yenileri eklenirken...
Bazı çocukların hayata bakan gözleri şanslı olmuyor işte, keşke bir şey olsaydı da yanında annesi ya da babası olmayacak çocuklar dünyaya gelmeseydi, ne annesizlik ne babasızlık, olmasın isterdim hiç bir çocukta, fakirlik olmasın isterdim, doyasıya gülüp oynasınlar isterdim, gözlerini açtıklarında onlara sımsıkı sarılan anne babaları olsun isterdim...
Kızıyorum... bazen değil, her zaman çok kızıyorum... sanki bu dünyaya kendi istekleriyle gelmişler gibi, kayıtsız kalan çocukların anne babalarına kızıyorum...Bu kadar bencil olunmamalı eğer kendinden bir parça getirdiysen bu dünyaya...
Dünyaya bir çocuk getiriyorsan eğer, bir yarın onda olmalı ki yaşamayı öğrensin O çocuk...

Hiç bir şey yapamıyorum ağlamaktan başka, sadece dua edebiliyorum insanların biraz olsun "farkında" olabilmeleri için...

27 Ekim 2011 Perşembe

Dün okuldan çıkınca yağmur atıştırıyordu, yağmur kaldırıma düşen yağmur damlalarının izini görünce "Dünnamız su siseği gesiriyor galiba" (Dünyamız su çiçeği geçiriyor galiba) demez mi, çok güldüm bir yandan da hüzünlendim, ne bilim yağmurun gözünden yağmurun yağmasını bu şekilde algılamak ve yeniden düşünmek... artık sende kaybolmuş çocuk gözlerinin yeniden görebilmesini sadece bir çocuğun sağlayabilmesini anlamak...onunla beraber yeniden düşünmek yeniden büyümek, bildiklerinin hepsini unutmak....
Seviyorum işte onunla yaşamayı, hımm bu arada hep pembe değil hayatımız yağmurla:) artık o bambaşka bir şey, çocuk ama kendi bildikleri, kendi doğruları var, kendi istekleri var işte bu yüzden çatıştığımız durumlarda oluyor, bunlar olurken üzülsem de, bir yandan da olmasının çok normal olduğunu da düşünüyorum, asıl olmasaydı , her şeye ikimizde "doğru" deseydik sorun olmazmıydı? öğrettiklerimizin izinde kendi hayatını kuran bir çocuk olsun isterim yağmur...

Yarın 28 ekim. Cumhuriyet bayramı arifesi olduğu için yağmura yarım gün okul var, yine evden bir şey yapıp yollayacağız yiyecek olarak okula...

Yağmur bu arada evdeki yemek düzeni için bir fikir önerisinde bulundu, her günün akşamı, ertesi günün akşam yemeğini bir kişi belirleyecek, mesela dün akşam yağmur belirledi..."makarna+köfte+patates" hiç yabancı değil değil mi? evet bu akşam böyle yiyeceğiz yarın babası, bir sonraki gün ben seçeceğim, sonra yine yağmur...böyle böyle gidecek işte...

Kitabım bitti, akşama biter diye düşünüyordum ama uyanır uyanmaz okumaya başlayıp hiç elimden bırakmayınca kalan 150 sayfada bitti işte, kimilerinden can sıkıcı diye yorum duysam da bu kitap hakkında bence hiçte öyle değildi, bir kadının içindeki farklı kadınlardan oluşan düşünceleriyle, kendi hayatını ve hamilelik- hamilelik sonrası hayatını şekillendirme süreci anlatılmış...Sevdim, sevdiğim bölümlerin altını çizdim...kitap okuma sayfasına yazacağım onları...

Dün gece çok geç yattım 1 i geçiyordu, bu yüzden sabahta 8 de kalkıp 9 da yeniden uyudum, 11 e kadar uyumuşum:( haliyle bu kadar uyuyunca sürekli rüyalar gördüm, en çok ta kızımı gördüğüm rüyadan etkilendim, bu aralar sıkça görüyorum rüyalarımda, hamileliğin doğal süreci herhalde, yağmura hamileyken de görürdüm böyle...
3 gün önce gördüm bebeğimi ilk kez, kucağımdaydı ama yaklaşık 8 aylıktı, bembeyazdı, gözleri aynı yağmura benziyordu, üzerinde bembeyaz bir tulum vardı, saçları koyu renk ve kısaydı:)
Bugün de daha ilgincini gördüm, dr. a gidiyorum muayeneye, dr. bakıyor ve birden bebeğimi çıkarıyorlar karnımdan hiç ağrı sızı yok, ben hiç anlamadan, yanımda bulunan bir yere koyuyorlar, elleri minicik, kocaman olmuş ama, nasıl sığıyormuş karnıma diye düşünüyorum o zaman, dr. dokunabilirsiniz diyor, korkuyorum odada 3 kişiyiz ya mikrop kaparsa diyorum ama ben annesiyim diyorum dokunuyorum ellerine, daha olgunlaşmamış, şeffaf derisine, gözlerim doluyor...sonra nasıl bilmem tekrar karnıma koyuyorlar bebeğimi...olası bir şey değil evet, ama genelde böyle akıl almaz olur hamilelik rüyaları işte....bu arada kim için akıl almaz olsa da benim için aklımdan çıkmayacak güzel bir rüyaydı:)
39 haftadan hesaplarsam doğumu kaldı 12 haftam...aya uyarlarsam 2,5 ayım kaldı...
Çok az kalmış, günler nasıl gelip geçmiş, daha dün gibi hamileliğimi ilk öğrenipte şaşırdığım gün, uzanmış kanepede sessizce kalmıştım uzun bir süre...şimdi 26+2 haftalık hamileyim, hala mangal kokusuna dayanamayan, parça tavuktan tiksinen, onun dışında her şeyi bolca yiyen biriyim, 7 kilo aldım toplamda, tombikleştim, yanaklarım doldu, daha da tombikleşicem, ama fındıklı kurabiye yiyerek olmasın bu:(
Haftaya kitap okumam biraz ağırlaşacak ama havalar bozmadan eksiklerimi tamamlamak istiyorum hem de daha ağırlaşmadan...
Biz minik kızımla gidiyoruz şimdilik, benim için önemli olan diğer kitabıma başlayacağım "Doğmamış çocuğun gizli yaşamı"

...Hani çatlayana kadar yemek yemek vardır ya ben de çatlayana kadar kitap okumayı seviyorum....

26 Ekim 2011 Çarşamba

İşte beklenen!



Akşam yağmurun boynunda hafif bir kızarıklık gördüm.
Bir de anlattı ki arkadaşları bizimkini tiyatroda zorla gıdıklamaya çalışmışlar kimler diye sorduğumda da erkekler yanıtını aldım, öğretmeni de yokmuş orada söyleyecek, bende öğütler verdim kızıma, madem ki seni, sen istemediğin şekilde rahatsız ediyorlar ve ellerinden kurtulamıyorsun o zaman avazın çıktığı kadar bağır! cimcik at! saçlarını çek!kulaklarını mıncırla!
Evet böyle söyledim, hemen ardımdan yağmur, öğretmenlerinin böyle yapınca onları uyardığını söyledi, ama ben yine durmadım, eğer zorla sana bir şey yapılıyorsa ve buna öğretmenin müdahele etmiyorsa kendini savunmak için her türlü davranışı gösterebilirsin karşındakilere, ama bak önemli nokta onlar sana zarar vermeye çalışıyorlarsa...
Ben söyledim ben şaşırdım sonra söylediklerime , hiç bir zaman böyle öğütler vermedim yağmura ben, aksine bana böyle şeyler anlattıkça daha usulca yaklaşması gerektiğini anlattım hep, ama yağmur sessiz, yağmur naif, yağmur duygusal, yağmur annesinin kızı...o bana bütün bunları anlatırken benim de birden ilkokul sıralarında yaşadığım anılarım geldi aklıma, beni de hep sıkıştırırlardı, dalga geçerlerdi ve ben sessizdim ve ben öğretmenime dahi tek bir söz söyleyemezdim ve ben böyle büyüdüm, kimseler bilmeden, kimseler anlamadan, kimselere tutturmadan büyüdüm, büyürken öğrendim bunlarla nasıl başa çıkacağımı...
Ama kızıma böyle olsun istemedim, onlar daha çocuk, bana bunu yapanlarda çocuktu ama sadece büyüklerin gözünde çocuktu onlar, ben çocukken onlara çocuk gözüyle bakmadım, bakamazdım, bilmiyordum, bilsem de anlamazdım zaten...
Her çocukluğun yaraları kalır büyüdüğünde yüreğinde...belki yanlış yaptım yağmura tüm bunları söylerken, tek istediğim yara almamasıydı...ama biliyorum ki onun dilinden yapmadım bunları onun dilinden konuşmadım, o da beni zaten anlamadı...Belki o da kendi başına öğrenecek tüm bunları, içinde buruklukları kala kala...
Tüm bunları yaşarken Tv ekranında "öyle bir geçer zaman ki "dizisini izliyorduk aybarsla, orada bir sahnede kızın babasıyla nasıl özlemle kucaklaştığını gördüm, yine aklıma geldi çocukluğum "ben hiç böyle sarılamadım babama, sen sen ol çocuklarından ellerini sakın ola çekme, onların sende kucak istemesine hep açık ol" dedim...
Evet ne ben ona sarılabildim ne o bana sarıldı, hiç hatırlamam babam beni kucağına alıp oturmuş olsun, onu da bıraktım tek bir söz dizisi hatırlamam çocukluğumda tatlı tatlı geçen...
Bunlar bende kin ya da öfke uyandırmadı hiç zaman...sadece özlem duydum hep yaşanılanlara...baba- kız ilişkilerine...babamdan korkmadan çekinmeden bir şey istemeye...
Babamı çok seviyorum, hem de çok...İşte ben de o çocuk gözümle böyle düşündüm ve şimdiki gözümlede sadece özlem duydum babama sarılmaya...
Şimdi biliyorum ki bazen geçmişin sana derin yaralar bırakıyor sana ve seninle yaşayan herkese, babam da geçmişinin yaralarını, yaşayamadığı çocukluğunu bizlere yaşattırdı, çünkü çocukken de gördüğü ve ona yaşatılan buydu...
Sen sağ ol babacığım, hep yanımızda ol, çocukken bize sarılmamış olsan da bize düşkündün bunu biliyorum en azından ben hep öyle hissettim, sen omuzuna birikmiş tüm çocukluğunla yanımızda ol bırak eksiklikleri biz telafi edelim...
Hiç unutmam 1999 depreminde nefes nefes odamızın kapısına koşuşunu, bizi kollarıyla koruyuşunu...dün gibi aklımda...

Eskiler işte, daha nice eskiler var hayatımızda, kimisi bize yön verdi kimisi hala hatırda kalan, kimisi ise sadece pişmanlık duydurtan...

Şimdi minik kızıma Beethoven dinletiyorum:) kendime de gülüyorum bunu yaparken:) dün okudum yeni kitabımda, anne karnında bebeklere dinletilen beethoven müziklerinin bebekte hareket etkinliğini arttırdığını ve aynı zamanda vivaldi dinletilen bebeklerde de sakinliğin yaratıldığına...Ama bence önemli olan insanların ve araştırmaların takılıp kaldığı beethoven, vibaldi, bach...vs değil, önemli olan sakin kalabilmek, sakin müzik dinlemek, o yüzden bırakıyorum dinlesin kızım, açıyorum sesini de, biz bile değilmiyiz ki ağır şarkılar dinleyip içimiz burkulurken, hareketli şarkılar çalarken neşemiz yerine gelen...bak kıpırdıyor işte:) ama hep kıpırdıyor zaten:) olsun sen uzak ol matem dolu, yas dolu şarkılardan bebeğim, gülerek, sağlıkla gel dünyamıza, seni bekliyoruz ve seni hepimiz çok seviyoruz, öyle heyecanlıyız ki birbirimizin farkına varışımızda ki bu yolculukta sen bize lazımmışsın...

Bu arada her akşam artık kızlarıma ninni söyleyip yatırıyorum, bebeğime de alışkanlık olsun, doğunca da aynı ninniyi söyleyeceğim ona hep...

Kitaplarım dün geldi kargodan, "Siyah Süt"le başladım okumaya, az kadı bugün değil ama yarın biter, ben bu kitapta daha çok elif şafağın kendinden örnekler vereceğini düşünmüştüm evet kendinden örnekler var ama daha çok dünya kadın yazarlarından, onların annelik serüvenlerinden, annelikle edebiyat arasında gidip gelen, kimi çocuk yapmış, kimi yapmamış olan tercihlerden örnekler vermiş ziyadesiyle, kadın ve erkek olmanın aralarından bahsetmiş feminist gözüylede, ayrıca kendi iç sesleriyle beraber bu yolculuğa nasıl karar verdiğini, karar verirken nelerin ona öncülük ettiğini ve etmediğini irdeleyerek yazmış, ilk sayfaları okurken çok fazla loğusa:) dedim ama devam ettikçe farklı boyutlara geldi kitap, en azından dünya edebiyatından bir çok yazarın kimi hüzünlü kimi şaşırtıcı hikayelerini de öğrenme fırsatı buluyorum bu da heyecanlı oluyor, sonra oturup internetin başına onları araştırıp okuyorum...

Dün akşam kurabiye yaptı yağmur, verdim malzemeleri mıncıkladı hamuru sonra şekil verdik pişirdik, pek bi güzel oldular, oldular ki her yemek sonrası oturup abartısız 6/7 tane indiriyorum mideme, bu hoşuma gitmiyor yuhalıyorum kendimi, en iyisi yapmamak diyorum sonra...

Bugün temizlik günümdü, en pis oda yağmurundu :) ama pek iyi oldu akşamdan kendi kendime düşünmüştüm bırak temizliği dedim kendime pazartesiye kalsın hani her pazartesi yeni başlangıçlar yapılır ya haftaya güzel başlamak için...otur kitap oku dedim kendime öyle de yapacaktım ta ki yağmur odasında yerde yün bulutlarını görüp suratını ekşitene kadar, dedim hafızasında "evimiz de pis olurdu" diye bir iz kalmasın, zaten hamile hamile yapılacak temizlik ne kadar olur? güzel olur:)

Şimdi Vivaldiye geçiyoruz....:) ama cık ! benim kızım ne duysa dans ediyor....


25 Ekim 2011 Salı

Hayat bizler için her zaman mutluluğu yansıtmıyor güzel kızım, bir gün bir yerlerde hepimiz o acımasız yüzünü görüyoruz hayatın, Kimse yaşamasın isterim bu felaketleri, bunun dili, dini, ırkı yok...İnsanlığın beton duvarlar ardında sıkışıp kalması, daha çocuk yaşlarda ellerinde tüfeklerle dağa çıkıp hayatlarını kaybetmeleri...Her şey kader belki, ama insanlığın da çok suçu var işte bu acımasızlığı bizler yaşarken, onlar yaşamlarını kaybederken...
Söylenecek sözler çok elbet ama sözün geçerli olmadığı durumlarda var işte...Üzgünüm çok üzgünüm gerçekten... bir gün bir yerler de yaşamın çaresizliğini yaşarız diye çok korkularım var biliyor musun? Üstün Dökmenin bir sözü var" Her zaman, her gün mutlu olmak zorunda değiliz, ama güçlü olmak zorundayız."

Allah yaşam savaşı veren, hala o yıkılmışlığın altında nefes almaya çalışan insanlarımıza yardım etsin, güç, kuvvet versin, yaşamlarını kaybedenlerin ailesine sabır versin. Allah kendini ve ülkesini savunurken canını vermiş o küçük askerlerimizin ailesine de güç ve sabır versin...
Ne diyebilirim ki başka bilmiyorum...

Van depremi Ekim 2011/Her daim şehitlerimiz...

24 Ekim 2011 Pazartesi






Küçük olmak ne güzel bir şey, ağız küçük, burun küçük, eller küçük, surat küçücük...bir de o hafif üşümüş yanaklardan öpmek ne güzel bir şey...Gecenin bir yarısı uyanıp tuvaleti gelince o küçük şeyin, gözler yarı açık yarı kapanık, kafasını, gözünü kaşıyor olması ne bakılası bir şey...
Bugün yağmurumun günü, biraz çılgın çatlak bir şey yapacağız kızımla, yapınca fotoğraflarını koyacağım...
İnsanı mecburiyet duygusuna iterek yaptırılan şeyleri tüm özgür irademle yapmıyor! olmak kadar güzel bir şey yok...Bende bugünümü böyle yaşıyorum, aslında çoğu zaman yaptığım gibi...
Akşam yemeğinde ıspanak kavurması var belki üzerine yumurta kırarız, kırarız elbet protein gerek, bir de kereviz çorbası...evet alakasız oldu biraz ikisi de sebze, olsun ikiside karbonhidrat olan çok öğünler yediğimiz gibi bununda aslında tuhafsanacak bir yanı yok bana göre....Hem hazır kızım seviyorken böyle sebzeleri...Zaten çevremde pek görmüyorum illa ki vardır sebze seven çocuklarda ama ben kızıma hayranım, daha öncede yazmışımdır, kereviz ,enginar, deniz börülcesi, ıspanak, pazı, brokoli, karnıbahar (karnabahar mı?karnıbahar mı?), lahana...işte patlıcan hariç aklına gelebilecek her türlü sebze...sever hem de çok sever...bu yüzden pek bir şanslı hissediyorum kendimi, hani böyle evde yemek seçen insanlar vardır ya, yok onun şusu şöyle yemem , yok bunun busu böyle yemem, yok sadece et yerler, yok sadece makarna yerler, yok hayatta sebze yemezler...işte ben bu yüzden şanslıyım, aybarsında yağmurunda hiç seçiciliği yok, hımm aybarsta evlenene kadar bir kaç şey yemezdi ama ne oldu evde yapıla yapıla bir kaşık iki kaşık tat derken yedi...
Şimdi ben böyle konuşurken aklıma karnımdaki ahtapot geliyor, gün gelirmiş seçermiş ya...vay halime ve vay böyle söylediklerime...
Neyse geçen gün yağmura onun anlayacağı dilden resimden takvim yaptık sadece haftanın 7 gününü gösteren...Pazartesi günleri yağmurun okulda kitap okuma günü...pazartesi gününe bu önemi vermek için o kağıda kitap okuyan çocuk resmi çizdim, hani kitapların arkasında da yazar ya arka kapak notları ben de çocuğun kitaba bakan ters yönüne yazılar yazdım...ama yağmur hemen "Anne ama çocuk kitabı öyle okumuyor ki" dedi...doğru haklıydı...
Toplamda 3,5 gün okulundan ayrı kalınca benim koca gözlü kızım sabah geldi yanımıza ne zaman okula gidicem ben diye, ben de söyledim kıyafetlerini giyinip babasının kahvaltı yaptıktan sonra çıkacaklarını, bana "ben şimdi gitmek istiyorum" diye tutturdu, neyse ki hadi kıyafet seç kendine diyerek oyaladım, yine uyumsuz bir sürü kıyafet takıştırdı üzerine...
Neyse günden notlar şimdilik bu kadar yağmur kuş.
Anne seni almaya gider,
Sonra ..............Yağmur partisi.

Bu arada "Çocuklara kitap okuma alışkanlıkları kazandırmanın kolay yolları" konulu bir yazı okudum. Bir tık edince okunuyor.
Anne babalara yardımcı olsun....
Edith Piaf & La Foule
Edith Piaf & La vie en rose
Edith Piaf & Padam padam

İşte bu da Fransızların 34 numara ayakkabı giyen minik kaldırım serçesi...Öyle derlermiş ona, bu cüssede bir kadının bu sesi çıkarabilmesi...Ben hep filmlerde duymuştum sesini, daha önceden kitabını alıp okumadığıma ve gri havalara yakışan bu sesi dinlemediğime pişman oldum...Önce hayatını anlatan kitabını sonra "La vie en rose" (Kaldırım serçesi- La mome) filmini izleyeceğim...İnternette biraz araştırınca çok şey okuma fırsatı buldum aslında hakkında, okudukça daha da merak eder oldum, otobiyografik bir kitap olması da ayrıca beni daha fazla okumaya itiyor..Aşağıda da kısa bir yazı alıp internetten belirttim, özellikle kızıyla arasında geçen dokunaklı gerçekleri beni çok etkiledi...Allah kimseye yaşatmasın :(

Şarkıları çok güzel, dinle ve git çok uzaklara işte, hımm dinlemek için yine "The sound of Taxim Beyoğlu" CD si tavsiyem olur...Hani şu meşhur beyoğlu sokaklarının şarkıları...bak nasıl yürüyesim geldi bu bulutlu havalarda beyoğlunda yine...


"….Ayrılışımızdan kısa bir süre sonraydı. O zamanlar dans edilen bir lokalde bir bal musette' de, Pigalle Meydanı' ndaki "Le Tourbillon"da çalışıyordum.Orada her işten birazcık yapıyordum: şarkı söylüyor, bardakları yıkıyor ve ortalığı süpürüyordum. Bir gece P' tit Louis'in (eski eşi) geldiğini söylediler. Rengi sararmıştı ve mırıldanıyordu: "Marcelle (kızımız) ağır hastalandı.Menenjit... Çocuk hastanesinde yatıyor... Ümit kesildi!"

O dönemde bu tür hastalıkları tedavi etmek çok zordu. Hastaya ponksiyon uygulanır ve dokuz gün beklenirdi. Hasta bu süreyi atlatırsa iyileşirdi. Atlatamazsa... Sekiz gün boyunca bir mucize olması için dua ettim. Dokuzuncu gün, içimi kötü bir his kapladığından Belleville' deki otelden hastaneye kadar yalınayak yürüdüm. Cebimde bir tek sou (kuruş) bile yoktu. Marcelle' in yanına yanaştım. Yaşlı ve güler yüzlü bir hemşire "Kendine geldi! Ateşi de düşmeye başlıyor! Sanırım hastalığı atlattı!" dedi. Usulca küçük kızımın yanına sokuldum. Marcelle, mavi gözlerini sonuna kadar açmış ve beni hastalığa tutulduğundan bu yana ilk defa tanımıştı. "Anne, gel yanıma, beni bırakma!" dedi. Ağlayıp yanağına öpücükler kondurdum.
Sabah beşe kadar yanında kaldım ama daha sonra ayrılmak zorundaydım. Öğleyin P'tit Louis' le birlikte geri döndüm. Mutluydum, çünkü kabusun sona erdiğini sanıyordum. Ama Marcelle ölmüştü... Ne P'tit Louis' de ne de bende küçük bir çelenk almak için para vardı. Suskunca ayrıldık. Ben Place Pigalle' ye geri döndüm. Kahrolmuştum. Bir ara çalıştığım yerde konsomatrislik yapan kadınlardan biri yanıma yaklaştı ve "Kafanı boşuna yorma. Göreceksin, gerekli olan parayı bir şekilde toparlayacağız" dedi. Çocuğumun toprağa verilmesi için gerekli olan para bir yana, cebimde bir bardak su bile alabilecek kadar para yoktu. Ama en az benim kadar fakir olan erkek ve kız arkadaşlarım, ellerinden geldiğince yardım ettiler. Buna rağmen halen on frank eksiğim vardı. Saat sabahın dördüydü. Üzerimde çok büyük duran ve kolu yamalı olan mantomu giyip karanlığın ortasına daldım. Marcelle' i düşünüyordum; şanssızlığımı ve halen eksik olan on frankı.
Kendimi sokaklarda ağır ağır sürüyordum. Birden arkamdan biri "Hey bebek!" diye seslendi. "Benimle biraz eğlenmek için ne istersin?" İri yapılı bir adam alaylı alaylı sırıtıyordu. Beni sokak kızlarıyla karıştırmıştı.Yoksa onu tokatlar ve küfrederdim! Ama ümitsizliğin ve çaresizliğin etrafımı sardığı bu gecede yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Bu nedenle daha önce de bahsettiğim bu yabancıya "On frank!" dedim.Beni hemen kolumdan tutup küçük bir otele götürdü. Otel sahibinden odamızın numarasını öğrendikten sonra merdivenleri çıktı. Kendi kendime: "Bu imkansız! Böyle bir şey yapamazsın!" diyordum.Odayagirdikten sonra yabancı önümde durdu ve sırıtarak, "Al, sana on frankı peşin vereyim" dedi. Parayı masanın üzerine koydu. Daha sonra tekrar bana döndü. Ellerini omuzlarıma koyduğunda, bu iri yapılı adamla kendime olan saygımı yitirmeden başa çıkamayacağımı anladım.
Yabancı bana soğuk bir bakış fırlattı. "Daha ne bekliyorsun?" diye sordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya ve ona hikayemi anlatmaya başladım: çocuğumun ölümünü, toprağa verilmesi için gerekli olan eksik on frankı... Bana acıdığını ve gitmeme izin vereceğini anlamıştım. Omuzlarını silkti ve kısık bir sesle, "Git bebeğim!" dedi. "Hayat her zaman insana gülümsemiyor, öyle değil mi?"

İşte, bugüne kadar darda kalanlara en ufak bir karşılık bile beklemeden yardım etmemin asıl nedeni bu adamdır. Peki, bu adam bana bir fahişe gibi davranmış olsaydı... Belki de bugün birçok insanın vücudunu, bir çoğunun da ruhunu son anda kurtaran biri olmayacaktım. Bugün dahi, bana başkalarına yardım etme duygusunu sağlayan bu insana minnettarım. Bana hayatta hiçbir şey, karşılık almadan yardım etme duygusu kadar temiz ve yüce bir mutluluk vermemiştir."

Edith Piaf-Hayatım-Arion yayınları...

23 Ekim 2011 Pazar



Yağmurum uyudu, bu hafta sonunu bence yine güzel geçirdi...Hep onun istediği şeyleri yaptık, boğaz turuna gittik, kumpir yedik, dans ettik, kağıt kalem oynadık, lunaparka gittik...

Artık büyüdü, benden çok farklı, benim gibi değil, benim gibi olan tek yanı duygusal olması bu da aslında kişiliğinin bütününü yansıtan tek unsur. Bana göre her şeyi buna göre şekillendiriyor, yine de benim kadar etkilenmiyor olan bitenden, en azından yaşının gerektirdiği etkileşimlerden...bazen kendime kızıyorum ben mi yaptım böyle diye, yani bu sonuçlara ulaşırken kendime kızıyorum işte ister istemez...

Gece oldu, şimdi uyuyor elinde kitabıyla , öyle güzel bir manzara ki, ne bakmaya ne sevmeye doyamıyorum, durup durup hala "bu benim parçam, bu benim çocuğum" diyorum kendime...insana söze dökülemeyecek duygular yaşatıyor...Aynı şekilde içimdeki küçük yavrum da bana bu duyguları hissettiriyor...Her gece içimde onun hareketleriyle uykularım bölünüyor, ne yana dönsem içimde zıplıyor, biliyorum en güzeli annesi düz yatınca rahat ediyor...

Böyle işte...

Anne olmak delilik , anne olmak ruhunun bölünmesi demek, yaşamak! ama var ettiğin nefes kadar yaşamak! Gücünün kalmadığı bir noktada kalbinin bir kez daha başka biri için çarptığını hissetmek annelik...

Anneyim, mutluyum, bir kez daha bambaşka bir sesin yankısıyla "anne" diye seslenileceğim için...

21 Ekim 2011 Cuma

Yeni kitaplarım:)









Resimlerle son zamanlarda biz...


Geçen hafta Aybarsın doğumgününü kutladık...
Kendi aramızda...

Yağmur o gün sordu;"ne zaman kek pasta yapacağız?" diye, bende ona yemekli yapacağımızı yemekten sonra pasta keseceğimizi söyledim...ama bu durumdan pek hoşlanmadı illa ki babasına bir şey hazırlamak istediğini söyleyince de bu kekleri yaptık yağmurla...(cupcake oluyor kendileri) Çok ta mutlu oldu babası:)

Siz hiç böyle hasta kız gördünüz mü? ben düşünüyorum da benim kızım her 2 haftada bir dinlenmek için böyle numaradan hasta oluyor:) olsun bakalım tadını çıkarsın:)
Dün okuldan aradılar, gerçekten okula almaya gittiğimde oldukça solgundu, eve geldik banyo yaptık, çorba içirdim kızma bebekler gibi yattığı yerden...şimdi iyi, iyi ki böyle ütü yapıyor, yatmış yere şebeklik yapıyor bana:)
Çok ütü yaptık, bebişimizin yeni kıyafetleri yıkandı hep ama onları ütülemek bana ütü yapmak gibi gelmedi hiç, Küçükken oynadığım annecilik oyunlarımda şimdi gerçek bebeklerime annelik yapıyor olma düşüncesi beni çok mutlu ediyor:)

Yağmurla bir iki gece üst üste böyle elişleri yaptık, ama uyku saatimiz geçmeye başlayınca yağmurum sabahları uyanamaz oldu böylelikle sadece hafta sonları böyle güzel şeyler yapmaya karar verdik.

Yağmurların başladığı günlerde Yağmur kızım okula giderken...Hımm çizmelerimiz yenidir o yüzden yani bu foto:)

Babasının doğumgününde şekilden şekile girerken:)

Hamarat kızım, anneannesinin diktiği aşçı kıyafetleriyle salata yaparken...pek bi düşkün mutfağa kime çekmişse:)

İşte böyle geçen giden zamanlar...vaktim dolu dolu geçiyor, Bebeğimiz iyi, sanırım büyüyor nereden anlıyorum? ben de büyüyorum, sanırım ne demekse tabi ki büyüyecek, işte böyle bazen, aslında çok bilince saçmalıyorum, bebeğim büyüyor büyümesine de annesinin aklının ucuna gelmeyen sorunlar yaşaması da cabası, burnumun ucuyla bakıp düşündüğüm aklımda ve fikrimde olmayan bir çok şey yaşıyorum bu hamileliğimde...neyse yine de çok şükür diyorum bu kızcağım büyüsünde annesinin karıncağızında ve bir de hayırlısıyla doğursam da başka bir şey istemiyorum....sağlıkla olsun her şey...Şimdilik her şey güzel gidiyor, eksiklerimizi tamamlamaya çalışıyoruz...
Ahhh saçlarımı kestirdim, pek bi alışamadım aynalara, fazla değişik oldu, yağmur biran önce saçlarımın uzamasını isterken, Aybars pek beğendi değişik olmasını, bense kısa saça alışkın olsam da bu fazla uç olan perçemlerime alışamadım, 1 ay sonra daha bir şekilleneceğini düşünerekten kendimi teselli ediyorum, artık "güzel olmuş" diyenlere söyleyecek tek sözüm " güzel olsun olmasın artık yapacak bir şey yok" oluyor...
Bu akşam annemlere yemeğe davetliyiz, gideyimde biraz makyaj yapayım bari de şeklim biraz değişsin kurtulayım şu kınalı yapıncak hallerimden....


11 Ekim 2011 Salı

Bugün dr. a gittik, aslında her şey normal, ama içim buruk kaldı biraz, ne bilim dr. normal dedi ama sanki daha da büyümüş olabilirdi bebeğim, "daha çok yemek yiyim o zaman ben" dedim dr. yok gerek yok dedi...bebeğim iyi, çok ama çok şeker, küçücük ağzı var çok güzel bir burnu var, bir de açıyor ağzını minicik aaaa elleri de çok tatlı koyuyor kafasına yatıyor öyle, öyle bir kıvrılmış ki karnımda ayağının baş parmağı bile alnına değiyor:) çok ilginç bir görüntüydü...
Ben de de kasık fıtığı çıktı, belliydi karnımın bu kadar aşağıda olmasından zaten, haftaya cerrah bakacakmış, üzüldüm bu duruma inşallah kalan sürede başımıza dert açmaz...
Neyse kızıma dert olmasında bana dert olsun önemli değil...
Eh 6 ayımızda bitti, dr. 38+3 gibi yaparız doğumu diyor...Ocak ortasına gelir o zaman, çok heyecanlanıyorum, çok korkuyorum, Uyumak ürkütüyor beni ama güzel şeyler düşüneceğim, bir de bakmışım 20 dk. da uyanacağım, alacağım mis kokulu yavrumu kucağıma, dünyalar benim olacak, kardeşi doğunca yağmurumda gelecek yanımıza işte daha ne olabilir ki, ne olsun ki... benim mutlu olabilmem için gereken başka bir şey var mı bu hayatta?
Dün güzel kızımla çıktık okuldan yağmura yakalandık böylece gidemedik kuaföre...ben kaldım uzun saçlarımla yine...Allah'tan kaşlarımı aldırmıştım da şeklim değişti biraz olsun...
Bugün yarın yapamam ama yan tarafa bir sayfa ekleyeceğim ve oraya yağmurun yapmaktan hoşlandıkları, hoşlanmadıklarını yazacağım bundan sonra...
Yarından sonra siyah keçe kuşlarımı da yapmaya başlayacağım artık...onları da yatak odasına koymaya karar verdim, çok işim var ve kaldı 3 ayım, iyice şişmeden bitirmem gerek ....


10 Ekim 2011 Pazartesi



Hep diyorum kokularında bir dili olmalı onları gösteren bir fotoğrafı olmalı...
Mesela şimdi eve yayılan çikolatalı kek kokusu, onun yanına kaynattığım tarçın çayının kokusu gibi...
Tam da yağmurlu hava ikilisi onların kokusu...
Kış mevsiminin, bu yağmurların, bu kasvetin bende yarattığı en güzel duygu çoğu zaman miskinlik yerine her şeye inat meydan okumak hissi....
Aldığım nefesi sonuna kadar hak etme hissi...

Disneycikler



"Disney on ıce", buz üstünde dans prensesler ve kahramanlar dün gittiğimiz ve zevkle izlediğimiz bir gösteriydi..ben koca aklımla tabi ki keşke şöyle ya da böyle yapsalardı dediğim yerlerle doldursam da gösteriyi, mutlu mesut ayrıldık...En son yağmurumla 3 yaşında gittiğim bu gösterinin değişik kareografisi olsa da ben şu halimle inanılmaz keyif aldığıma göre yağmur ne yapsın artık...
Küçücük kızım bile yüksek ses temposuna tekmeleriyle "çıkın buradan" ya da alkışlarıyla "süper burası" diyecek kadar tepki verdi, artık hangisine yormam gerek bilemedim...
Gösterinin en dikkat çekici yönü seyircinin hep kız çocuklu ailelerden oluşmasıydı, her ne kadar Walt Disney amcam yapmışsa da her cinse hitaben ı ıh hh olmamış, sevmiyor erkek çocukları bu sevgi dolu karakterleri...Bu da işte şu an kırdılı döktülü çizgi filmlerin çocukların aklını başından alıp gitmiş olmasından kaynaklanıyor...
Yine tabi tüketici toplumumun istemeden parçası olmak beni üzdü, tamam her şeyi tüketebiliriz istediğimiz zaman ama bunlar fahiş fiyatlarla satılan, göz boyayan ürünler olmamalı hiç bir zaman, ama gel gör ki bunu sadece ben düşündüğüm için ve herkes bu durumun birer parçası olmuşkene yağmura ayırmış olduğum bu gösteriden "hatıra kalabilecek bir şey" için 20 tl yi bizde bu ürünlerden en ucuzu! olanını seçerek harcadık. hatıra kalan ise Ariel'in arkadaşı Flender benzetmeli şapkası oldu...
Neyse ki bu biletleri alırken kızımla anlaşma yapmıştık oradan sadece fiyatı bize uyarsa hatıra küçük bir şey alabileceğimizi, neyse ki yağmur da problem çıkarmadı...
Oradan ayrılınca İkea ya gittik, ikeada geçirdiğimiz saatin iki katını otoparka girip çıkarken harcayınca stres olduk tabi...nasıl olunmaz ki...
Diyorum ki bunca alışveriş merkezi var insanlar artık çarşı pazardan alışveriş yapmaz olmuşken bunlar yüzünden, hala mı yetmiyor insanlara diyorum! yetmiyor demek ki daha çooook lazım bu merkezlerden hayatımıza...
İkeadan bir iki ufak bir şey aldık bir de yatak odama hayalimdeki perdeyi yapabilmek için alet edavat aldık, henüz kumaşlarını almadım ama biliyorum ve hayal ediyorum çok güzel olacak! ferforje duvar askısı aldım artık perdelerim çubuklarda takılı olacak:) İkeaya girince her şeyi toplayıp sepete atasım geliyor ama o kadar param yok malesef:)
İkeadan çıkıncada malum yağmurların başlamasıyla yağmurumuza yağmur çizmesi aldık, önceki gün akmerkezde beğenmişti zaten gidip aynısını aldık çok sevindi miniğim sabah uyanınca "anne yağmur yağmıyor ama" dese de onu yağacağı konusunda uyardım nitekim yüzümü kara çıkarmadı da içini boşaltırcasına yağıyor yağmur...
Şimdi akşamüstü yağmuru alırken de deli gibi yağmur yağmazsa kendimi kızımla kuaföre atacağım, saçlarımı kestireceğim, dün anneme de uğramıştık annemin lülü makinesi vardı onu almaya, ama ebru atmış, oysaki yandan çıkan uzun saçlarıma lülüler yapıp gezecektim artık...bir daha ki ay kendime ayırdığım bütçeden alacağım lülü makinesi...

Tüm bunların dışında hamile olmak zor bir şey ...kıyafet konusunda tabi ki, üzerime giyecek bir şey bulamıyorum, ama hala Oxxo XS pantolonumun bana hala oluyor olmasından mutluluk duyuyorum, geçen bayram "ben daha çok büyürüm" diyerek oxxodan M beden pantolon almıştım, kıçımdan çekiştirerek giyiyorum hala...ama umudumu kaybetmedim son ayımda kıçımdan düşmeyerek giyeceğim o pantolonu...
Hamile olmanın bahsedeceğim ikinci zor yanı, geceleri sürekli ağzım açık uyumak zorunda kalmak...burnum tıkanıyor çünkü, şeyden korkuyorum hani böyle bir gece uyanıcam ağzımın içine böcek kaçmış örümcek kaçmış falan:(
Üçüncü zor yanı ise incecik belli insanlara bakıp "bir zamanlar bende böyleydim" diye düşünerek üzülmek...eski hallerini özlemek....ama her ne kadar durum buysa da aralarda nutella canavarına dönüşebiliyorum "boşşverrrr" deyip...
Bak şimdi de bol çikolatalı kek yapacağım mesela kendi usulumce....


7 Ekim 2011 Cuma


Diyorlar ki bebek anne karnında 6. aydan itibaren hayatını düzene koyarmış, uyku zamanı, aktif olduğu zamanlar rutine girermiş, mesela her sabah aynı saatte tekmelemeye başlarmış...? Evet bende de aynı durum var, yani sabah 6,30/7 arası acayip kıpırdanıyor, o saatte gülümsememek elde değil yattığım yerde, işin vahim tarafı şu ki bu rutin hali aslında doğduğu zamanki halinin de yansıması olurmuş?? yani 6,30/7 de uyanmak?
Şaka olmalı...
"On yedi yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum:

'Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.'

Bu cümle beni çok etkilemişti ve o günden bu yana, yani 33 yıldır, her sabah aynaya bakıp, kendi kendime hep şunu sordum: 'Eğer bugün hayatının son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağın şeyleri yapmak ister miydim?'

Uzun süre art arda, 'Hayır' yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım.

İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır. Çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları – tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir, yalnızca ölümdür önemli olan.

Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Yüreğinin sesini dinlememen için hiçbir neden yok."



STEVE JOBS

Yağmurumun doğum gününü yapmıştık buraya yeni ekliyorum resimlerini, çok resim varmış hangisini koysam şaşırdım, yağmura da iki doğumgünü yaptık yine geçen seneki gibi, biri okulda biri evde, okuldaki pastası şeker hamurlu mıckey ve minie liydi...evde normal pasta yaptık kızıma, yağmur için her doğumgünü ayrı heyecan ona kalsa her gün doğumgünü yaparız:)bir sürü balon şişirdik duvardaki alçıpanı örtmek için tabi ben o zamanlar 3 aylık hamile olduğum için hepsini özge şişirdi balon şişirme pompası da çocukların elinde kırılınca...Önceki geceden kurabiyelerini hazırladım, çok daha güzel olacaklardı, dünyanın masrafını yapıp patchwork kalıplar almıştım sırf bugün için ama uygulayamadım, çok üzüldüm, derken elimdeki malzemelerle yaptım olduğu kadar, doğumgünü menüsünde en ilgi çekici olanlardan biri ise uğurböceği kanepe, yapımı oldukça ince uğraş gerektiren bu kanepelerde favorisi oldu herkesin:)
Her günün böyle mutluluklarla dolu sevdiklerinle hiç ayrılmadan geçsin güzel kızım...
Dün akşam bana sordun ya hani "hayatının en güzel zamanları ne zaman anne?" diye, işte seninle olduğum, nefesini hissettiğim her an benim hayatımın en güzel zamanları canım kızım...
Seni çok ama çok seviyorum peri kızım, can kızım, güzel kızım....

İşte bunlar da yağmurumun el ve ayak izleri, çamur kile basıp kurutmuşlar...
Koca ayaklı kızım benim :)
Şimdi sabah sabah nereden aklıma geldi işte bu resimden aklıma geldi...Burası yani o görünen bina, Ankara Ulus Meydanında ki Sümerbank binası, küçüklüğümde o kadar çok giderdim ki Ulusa, Sümerbank'a ..Teyzem götürürdü çünkü teyzemin eşi orada çalışırdı, Sümerbankta müdürdü, teyzemle hep onun yanında giderdik, odası vardı...Ben oraya gitmeyi değilde ne zaman sümerbanka gitsek çıkışında gençlik parkına gideceğimizi bildiğim için çok sevinirdim...Sonra bir de böyle varilciye giderdik, çok hatırlamasam da sanırım bülent eniştemin orada da yan işimi vardı neydi, böyle mavi mavi varillerin arasında dolanırdım, sonra ne zaman da oraya gitsem ayran içerdik...
Hiç unutmam yeni yeni balinler önlükleri çıkmıştı böyle etekleri volanlı , yusyuvarlak benim o zamanki tabirimle, yine bebe yakaları vardı, o kadar istemiştim ki, teyzemle anneannem bana o önlüklerden alıp getirmişlerdi...o da sümerbanktandı...
Ankara anılarım sadece sümerbankla sınırlı değil tabi, çocukluğumda çok fazla orada zaman geçirmiş biri olarak belki de ondandır Ankara'ya düşkünlüğüm, Her gidişimde sanki farklı ülkelere seyahat etmişim gibi gelir...
En son Ankara'ya gidişimde teyzem bizi kaleye götürdü, o kadar güzeldi ki büyülendim, İstanbul'da her şeyin alası olmasına rağmen, işte istanbul'da ankara'da olupta olmayan bir şey var benim için...
Belkide sadece çocukluk işte...
Herkesin çocukluğu pek bir kıymetlidir ya, hep özlenen tarafıdır ya insanların...Belki de o zaman her şey çok güzel gözüküyordu gözümüze çok şey düşünmediğimiz için...düşünemediğimiz için...
Keşke çocuklarımız da hiç büyümese hep aynı kalsalar, çocuk kalsalar, bizden gitmeseler...İnsan her anını yaşamak istiyor tabi çocuklarınında ama hayatın getirdiklerine bakınca da çocuk kalıp sadece oyun yaşasalar daha iyi diyorum...

4 Ekim 2011 Salı

Geçen akşam ben böyle bilgisayar başında otururken yağmurda içerde babasıyla oturuyordu , bu resmi yapmış...ben yağmur ve babası, hepimiz gülüyoruz, yukarıda ki (+) işaretleri kuşlar, bir de kalp var, çiçek var...çok duygulandım da yanıbaşıma yapıştırdım resmi..
Bir çocuk ne ister ki annesi ve babası yanında olmasından başka, mutluluk ve gülümsemekten başka ne düşünebilir ki bu yaşında....
Bunun için değilmidir bir çocuğun olduğunda kendinden fedakarlık edememen, sana açılan çoğu kapıdan içeri girip girmemekte tereddüt edişin...
Bazen bizi üzen şeyler aslında bizim doğrularımız oluyor aslında, keşke bu doğrularımızda hepimiz için aynı olsa, ama bu hayatta herkesin kendine göre haklı nedenleri, kendine göre doğruları var işte bu yüzden uzlaşamıyoruz, işte bu yüzden sürekli sıçrıyoruz birbirimize...
Kimse hatasız değildir bu hayatta her ne kadar kendini haklı da görüyor olsa bir insan aslında içerisinde bilmediği şeyler vardır...Belki kendimizi haklı görürken karşımızdakinin yarasını göremiyoruz...
Hani derler ya şer sandığın şey aslında hayır olabileceği gibi , hayır gördüğün bir şey ise şer olabilir...işte bunun gibi...
Zamanla kırgınlıklarım büyüyor, bazen sen görüyorsun her şeyi de O görmüyor oluyor, ve zamanla ölçüyorsun hayatta yaşadıklarını..
Ama artık savaşmıyorum tüm bunlar için, geçti gitti her şey...sadece unutmadım hiç bir şeyi, bunu bilmek istedim kendimde ve biliyorum artık her şeyi...
Hiç bir zaman bende hatasız olmadım, çok büyük hatalar yaptım ve bu hataların en büyüğünü kendime yaptım zamanında, ama yaşadıklarımdan pişman olmadım utanmadım, utanmıyorum...her şeyin bir sebebi vardı, sadece anlaşılmaktan uzak kaldım kendi sessizliğimde boğuldum...
Beni korkularımla bırakan insanlarla yüzleşemedim, kaybetmekten korktuğum için...sırf bu yüzden yeniden kaybettim belki ama biliyordum ki sessizliğim yerine sesim olsaydı da yine kaybeden olacaktım...
İşte sorun bu...
İşte bu noktada kaçtım ben...

Yağmura hamile kaldığımda defterlerim vardı her bir şeyi onlara yazıyordum, dün akşam çıkarıp okuyayım dedim de neler çıktı içlerinden... unuttuğum bir çok şey gün yüzüne çıktı yani...
Yağmurum da kıpır kıpır oynarmış karnımda:)

Geçen akşam detaylı ultrason için gittiğimiz dr.da çok bekledik, bize akşam saat 7 randevusu verdiklerinde dedim ki içimden son hasta biziz herhalde, oysa içeri adımımızı bir attık muayene salonu doluydu...çok bekledik, dr. dan çıktığımızda saat 21,30 du...
Ama çok iyi oldu gitmemiz, perinatoloji konusunda profesordu. dr. muayene ye başlar başlamaz çok şey anlattı bize, kafatasının bütün içini ölçtü, diğer organları, elleri, ayakları da aynı şekilde, duruşunu, kordon kanından ona giden kan akışına kadar ölçtü... açıkçası ben yağmurda böyle bir muayeneden geçmemiştim, hastanenin radyoloğu bakmıştı o zaman, ama önemli ve iç rahatlatan bir muayeneymiş, derin bir oh çektim diğer sıkıntınında geçmiş olmasıyla beraber, zaten dr. da geçmesini beklediğimiz bir şey olduğunu söyledi....Kızım 497 gr olmuş, çok büyümüş:) bize cd verdi dr, 3 boyutlu halini film gibi seyredebiliyoruz:) Yağmuru da götürdük tabi ki kardeşini görmeye, geçen ay ki gibi kardeşi çok heyecanlanmasın diye dr. kalp atışlarını dinletirken bize yağmur sedye altına saklanmıştı, çok güldürdü bizi yine, heyecanlanmasını istemiyor kardeşinin...
Dün hava serindi okuldan alırken, hırkasını da bulamadılar okulda bende kendi hırkamı vereyim dedim de yağmura, sen bana hırkanı verirsen kardeşim üşür anne dedi...o kadar düşünüyor ki kardeşini şimdiden, çok seviniyorum bu duruma...şimdilik idare ettik durumu, yağmurun kıskanmak gibi bir derdi yok, ama tabi doğal bir duygu bu, bebek doğduktan sonra kıskançlık yaşayabilir, ama dengede tutmaya devam edeceğiz şimdiki gibi...

Haftaya kendi dr. umuza gideceğiz yine, böyle evde olsa ya bir ultrason cihazı baksak her gün:) ama bak ilerleyen zamanlarda bu da olacak...böylece insanlar iyice paronayaklaşacak..

Bugün evdeyim, bu aralar çok çabuk yoruluyorum anladım ki eğer dışarıda olacaksam yarım gün kafi bana, artık eskisi gibi tepeleme değilim, koşturmayı hala çok ama çok sevsemde bünyem elvermiyor...

Bu hafta sonu yağmurun gösterisi var yani Disneye gideceğiz, ben bile heyecan yaptım, çok zamandır sosyal hayattan uzak kalmışım herhalde, bu aralar bakınıyorum yine tiyatrolara, bu ay değilde bir daha ki ay "Sondan sonra" isimli oyuna gideceğiz, keşke biletleri biraz daha ucuz yapsalar da ben de ay hesabı yapmasam...


Hayat hesaba katamadığımız bir sürü olguyla dolu, işte benimde yakın zamana kadar hesaba katamadığım şeylerden biri de yeni bebeğim oldu..
İçimde bir canlıyı büyütmenin güzelliği ve dayanılmazlığı hiç bir şeye benzemiyor, varolmanın, varetmenin bir parçası olmak beni benden alıp onunla beraber büyütüyor, insana yaşamış olduğu bütün acıları, üzüntüleri unutturuyor işte bu, sanki büyülü bir dünyaya yeniden gelmişsin gibi siliniveriyor bütün kötü şeyler hayatımdan...
Resimlerini koydum başucuma kızlarımın.. Yağmurum yanıbaşımda, ellerini tutabilip, doya doya, bazen doyamadan öpüp kokladığım, sarıldığım güzel yavrum, yaşamamın güzelliği onunla çıkıyor her yeni gün karşıma..
Ve minik kızım O ki hislerimizle, küçücük karnımın içinde attığı kalbiyle ve bana bu hayata karşı verdiği sonsuz güvenle yanımda hem de o kadar yanımda ki...
Böyle bir şansa sahip olduğum için Allah'ıma sonsuz şükürler olsun...

İnsanı var eden şeylerden en büyüğü bir evlat sahibi olması bence...sonrasında ise Aşk...

  Günlük hayatın diliyle bile bazen yazıldığında geriye dönüldüğünde ne çok şey anlatıyor şu satırlar. Aklımızda kalır sanıyoruz, hiç unutul...